Obezite ve Yaşam Kalitesi

Obezite Yaşam Kalitesini Nasıl Etkiler?

Obezite ve neden olduğu yandaş hastalıklar, çağdaş dünyadaki ana sağlık problemlerinin başında gelmektedir. Obezite ve buna bağlı hastalıkların yaşam kalitesi üzerindeki olumsuz etkileri gerçeği yaygın olarak bilinmektedir.

Obezitenin yaşam kalitesi üzerine etkisini araştıran pek çok çalışma yapılmıştır. Sonuçlar oldukça trajedikdir. Obezite fiziksel görüntü, ağrı ve sağlık sorunundan öte toplum tarafından dışlanmak, kabul görmemek, stres seviyesinin artması, benlik saygısında azalma, ruhsal ve depresif çöküntüler, ile beraber fizyolojik ve psikolojik olarak yaşam kalitesini kötü etkileyen bir hastalıktır. Bu hastaların neredeyse %90’ı antidepresan kullanmak zorunda kalmaktadır.

Zamanla hastalar daha çok içe kapanmakta ve sosyal hayattan çekilmektedirler. Yine obeziteye bağlı oluşan, hareket kısıtlılığı, eklem sorunları, kardiak sorunlar ve akciğer hastalıkları gibi sorunlar bu hastalıkların yıl boyunca sürekli olarak hastaneye gitmelerine neden olmaktadır.Kısırlık ve cinsel fonksiyon bozuklukları da hastaların yaşam kalitesindeki azalmaya katkı sunmaktadır.

Obezite Neden Tedavi Edilmeli?

Obezite, insanların hem fiziksel hemde ruhsal sağlıklarını etkileyerek yaşam kalitesini önemli ölçüde azaltan bir toplum sağlığı sorunudur. Dünya sağlık örgütü de fiziksel ve ruhsal sağlığın bir bütün olduğunu ve tedavi planlanırken ruhsal sağlığın da iyileştirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu nedenle obezitenin ve buna eşlik eden hastalıkların tedavisinin yanı sıra yaşam kalitesinde düzelme, bariatrik tedavinin ana amaçlarından biri haine gelmiştir.

Obezite cerrahisinin hastalarda yaşamın refahı ve memnuniyeti üzerindeki etkisini değerlendiren çok sayıda çalışma mevcuttur. Sonuçlar oldukça yüz güldürücüdür. Fazla kilonun %50’sinin kaybedilmesi bile tatmin edici bir tedavi etkisidir. Cerrahi sonrasında (1yıl) fazla kilolarını kaybeden hastalarda şişmanlığın yol açtığı neredeyse tüm hastalıkların düzeldiği gözlemlenmektedir. Hastaların %80 den fazlası antidepresan kullanımını bıraktığı saptanmıştır. Yine farklı çalışmalarda bu hastaların sosyal hayata geri dönmelerinin iş gücünü artırdığı, hataların tekrar iş hayatına geri dönmesini sağladığı ortaya konmuştur.

Sonuç olarak; morbid obezite cerrahisi fiziksel iyileşmenin yanında yaşam kalitesinde belirgin bir iyileşme sağlamaktadır. Hatta bu iyileşme o kadar fazladır ki çoğu çalışmacı yaşam kalitesinin toplum ortalamasından bile daha iyi olduğunu bildirmektedir. Bütün bunlar obezite cerrahisinin daha da desteklenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Obezite Önlenebilir mi?

Genel cerrahi uzmanı Doç. Dr. Cemal Kara, günümüzde obezitenin etkin tedavisinin cerrahi yöntemler olduğunu belirtti.

2016’da dünyada yarım milyondan fazla obezite hastasına cerrahi işlem uygulandığını söyleyen Kara,

“Pek çok batı ülkesinde bu ameliyatlar destekleniyor. Fransa gibi bazı ülkelerde ise ameliyat mas­rafının tamamı devlet tarafından karşılanıyor. Burada önemli olan iki nokta var. Birincisi obezite çok ciddi ölümcül bir hastalık olduğu ve mutlak tedavi edilmesi gerektiği, bu hastalarda tedavi için günümüzde elimizde olan etkin ve güvenli tedavi seçeneğinin cerrahi olduğu gerçeğidir. Diğer önemli nokta ise uygun koşullarda, yeterli donanımı olan merkezlerde ve dene­yimli ekipler tarafından uygulandığında cerrahinin güvenli olduğu hatta safra kesesi ameliyatından daha güvenli olduğu gerçeğidir. Obezite ameliyatı deneyimli bir cerrah ve ekibi tarafından, hastane ve ameliyathane koşulla­rında yapılmalıdır” dedi.

Obezite, diğer hastalıkları tetikliyor

Obezitenin şu anda dünyada sigaradan sonra önlenebilir ölüm nedenleri arasında 2’inci sırada yer aldığını söyleyen Op. Dr. Cemal Kara, “Obezite yüzde 85 oranında diyabet, yüzde 55 oranında yüksek tansiyon, yüzde 35 oranlarında kalp hastalığına neden olmak­tadır. Bunun yanında kalp krizi, beyin kanması, felç, reflü hastalığı, safra taşı oluşumu, polikistik over, lallanma, doğurganlıkta azalma ve bazı kanser türlerinin görülmesinde artışa neden olmaktadır. Obezitenin şu anda cerrahiden başka bilinen etkili bir tedavi yöntemi yok. Ayrıca obezitenin hastaya verdiği riskler, cerrahinin getirdiği risklerden çok daha fazla.

Dünya Sağlık Örgütü obeziteyi ‘Sağlığı bozacak ölçüde vücutta anormal ve aşın yağ birikmesi’ ola­rak tanımlıyor. Vücut yağ dokusu yetişkin erkeklerde yüzde 25’in üzerine, yetişkin kadınlarda yüzde 30’un üzerine çıkması durumun­da obezite söz konusudur. 2015 yılı verilerine göre dünyada 700 milyon insan obezite, 2,3 milyar insan ise fazla kilolu. Türkiye de ise kadınlarda nüfusun yüzde 44,2 si erkekler de ise yüzde 25,2 sinin beden kitle indeksi 30 un üzerin­de” diye konuştu.

Obezite Cerrahisi Kimlere Uygulanır?

Yapılan araştırmalar beden kitle indeksi 35 ve üzerine öten hastaların diyet ve spor gibi cerrahi dışı yöntemlerle ideal I kiloya gelme oranının yüzde 3ün altında olduğunu gösteriyor” diyen ve obezite cerrahisi için bazı kriterlerin olduğunu belirten Op. Dr. Cemal Kara, “Bu hastalarda kilo alımına neden olan hormonal hastalıkların bulunmaması halinde, ilaç ve diyet tedavisine rağmen, en az 1 yıldır kilo veremeyenlerde, alkol ve ilaç bağımlısı olmayanlarda, hastanın uygulanacak yöntemi anlaması ve ameliyattan sonra uyum sağlayabilecek durumda olması durumunda obezite cerrahisi uygulanabilir.

Gönümüzde tüp mide ameliyatı daha sık uygulanıyor. Tüp mide ameliyatı laparoskopik yöntemle, mide İçerisine yerleştirilen bir kılavuz katater yardımı ile özel aletler kullanılarak yaklaşık 45 dakika süren bir işlemle midenin tüp haline getirilerek hacminin küçültülmesidir. İşlem sonrası midenin yaklaşık yüzde 75-80’lik kısmı çıkarılmış olur.

Ameliyat sonrası 3 gün hastanede yatan ve diyet eğitimi verilen hastaya kullanacağı ilaçlar anlatılır ve taburcu edilir. Belli aralıklarla takip edilir. Bu ameliyatta midenin iştah hormonu salgılayan kısmı da tam olarak çıkarıldığı için hastanın ameliyat sonrası iştahı azalır. Hem bu mekanizma hem de mide hacminin küçülmesine bağlı alınan kalori miktarının azalmasıyla birlikte hasta fazla kilolarını vermeye başlar” bilgisini paylaştı.

Obezite ve Yaşam Kalitesi

Depresyon obeziteye sebep olur mu?

Depresyon ve Obezite

Depresyon kilo aldırır mı? Kilo artışı depresyona neden olur mu? Depresyon ilaçları kilo aldırır mı? gibi sorulara cevaplar, depresyon tedavisi ile ilgili önemli bilgiler.

KULAKTAN DOLMA BİLGİLERLE KAFANIZI KARIŞTIRMAYIN

Bu tür soruların depresyonun gelişmesinde ve tedavisinde sürekli sorulduğunu belirtmekte fayda var. “Bunlara açıklık getirmek, kulaktan dolma bilgilerle kafamızın karışmasına engel olmasını sağlar. Şişmanlık (Obezite) depresyon nedenleri arasındadır. Esasen şişman bireylerde özgüven sorunları oldukça yüksektir.

Günümüzde ideal kadın ve erkek tipi tanımlanmıştır. “Fit” tabir edilen grup ön planda tutularak giysiler bile onlar hedef alınarak hazırlanmaktadır. Kilolu insanlar ise neredeyse bu konuda ihmal edilmiştir. Kilolu insanlarda daha sık görülen şeker hastalığı, tansiyon problemleri, kalp problemleri, harekette kısıtlanmalarda depresyona eğilimi artırmaktadır.

Bunlarla beraber sosyal fobi ve endişe bozuklukları da sık görülür. Başarısız diyet ve egzersiz girişimleri de yoğun özgüven problemleri oluşturmaktadır. Bunun dışında toplumun şişmanlara alaycı bakışı, çalışma hayatına kabulde fiziksel görünümün ön plana çıkması ve dolayısıyla kilolu kişilerin tercih edilmemesi zaten kendi fiziksel görünümünden rahatsız olan bu bireylerin depresyona girmelerini kolaylaştırmaktadır. Birçok obez bu duruma içsel bir tepki olarak daha fazla yeme davranışı sergilemektedirler. Artık kısır bir döngü oluşur ve depresyon kader gibi olur. Tam da bu noktada depresyon tedavi edilmeli ve kişinin kendine güveni tekrar kazandırılmalı ki, tekrar hayatın içinde üretken biri olabilsin ve belki de kilo ile ilgili tedavilerde daha kararlı ve cesur olabilsin” diye konuştu.

Depresyon Neden Kilo Yapar?

Tipik olmayan veya maskeli depresyonlarda kilo artışı daha sık görülür. Yani gerginlik, mutsuzluk ve umutsuzluk kişiyi mutlu olabileceği etkinliklere yönlendirir. Bunlardan en kolayı yemek yemedir. Bir depresyon türü olan kadınlarda adet öncesi gerginlik sendromunda çikolata ve şeker ihtiyacı ve tüketimi artar. İçe kapanıklık, enerji azlığından dolayı yemek yapmak yerine fast-food tarzı yemeklerle beslenme kilo artışı nedenlerindendir. Ayrıca depresif dönemlerde isteksizlik ve bitkinlik nedeniyle egzersiz yapmak daha zorlaşır, bunun sonucu olarak da kilo artışı kaçınılmaz olur. Fiziksel kaygılardan dolayı oluşan kilo artışı da depresyonu daha da ağırlaştırabilir.

Antidepresan İlaçlar Kilo Aldırır mı?

Genelde insanımız birçok hastalıkta ilaç tedavilerini, komşu veya arkadaşlarının yaşadıkları tedavi tecrübelerinden ya da internetteki forum sitelerinde yapılan yorumlar üzerinden bilgi edinir. Ancak bu bilgi kaynakları ne kadar güvenlidir?

Depresyon ilaçlarının ilk birkaç gün uyum dönemindeki yan etkileri nedeniyle tedaviler sıklıkla bırakılmaktadır. Tekrar hekimine başvurup yan etkileri konuşmak daha gerçekçi olmasına rağmen, kişi tedavisini terk etmekte ve depresyonuyla yaşamak durumunda kalmaktadır. Depresyon tedavisi hasta ve psikiyatrist arasında çok iyi bir işbirliği gerektirmektedir. Bunun nedeni tedavinin en az altı ay sürmesidir. Dolayısıyla altı ay ilaç kullanacak kişinin mutlaka yaşamını etkilemeyecek, günlük işlerine zarar vermeyecek tarzda ilaçlar kullanması gereklidir.

Dünyada her insandan sadece bir tane vardır. Oysa depresyon ilaçları sınırlı sayıdadır. Kişiye özgü ilaç tedavisinin oluşabilmesi için tedavinin başlangıç dönemlerinde işbirliği daha önemli olmaktadır. Eğer ilaç tedavisi sırasında kilo alınıyorsa bu durumu psikiyatristinize bildirmeniz gerekir ki, tedavide yeni ilaç alternatifleri değerlendirilebilsin. Depresyon ilaçlarında yan etkilerden korkmak yerine işbirliğini geliştirmek önemlidir” diye konuştu.

Şeker Hastalığı, Tansiyon ve Obezite

Şeker Hastalığı, Tansiyon ve Obezite

Bezmialem Vakıf Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Rümeyza Kazancıoğlu, Türk toplumunda şeker, tansiyon hastası ve obez sayısının yükselmesinin böbrek hastalıklarını artırdığını belirterek, “Şeker hastası, hipertansiyon, idrarında sıkıntı olan kişilerin her yıl böbrek testi yaptırması gerekiyor.” dedi.

Kazancıoğlu yaptığı açıklamada, şeker hastalarının 20 yıl önce erken yaşta kaybedilebildiğini ancak artık tedavilerle çok uzun yaşadıklarını ifade etti.

Bütün tedavilerin çok geliştiğini belirten Kazancıoğlu, “Daha uzun yaşıyoruz. Dünya nüfusu artmıyor. Artık yaşlanan bir nüfus var. Artık erken ölmüyoruz, bakımlarımız var.” diye konuştu.

Şeker hastalıklarında yüzde 10’dan fazla artış olduğunu belirten Kazancıoğlu, şunları kaydetti:

“Bu bize otomatik olarak böbrek hastalığının da arttığını gösteriyor. Böbrekleri bozan hastalıklarda birinci sırada diyabet geliyor. İkinci sırada hipertansiyon geliyor. Üçüncü sırada böbreğin kendi hastalıkları nefritler ve diğer hastalıkları geliyor. Dolayısıyla toplumumuzda şeker hastası, tansiyon hastası ve obez sayısı yükseliyorsa ister istemez böbrek hastalıkları da artıyor. İnsanların böbrek hastalıkları uzmanına işleri düşmemesi için öncesinde bunun kontrol edilmesi gerekiyor.

Dünya Böbrek Gününün konusu sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme ve obezite, bunların sonucu böbrek hastalığı oluyor. Bu sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sorunu ve dünyada artık herkes obez olabiliyor, daha tembelleşiyoruz. Teknoloji çağı olduğu için daha az egzersiz yapıyoruz. Biz böbrek hastalıkları uzmanı olarak sadece böbreklerimize odaklanmıyoruz. Böbreklerimizi bozabilecek tüm etkenlerin hepsine karışıyoruz.”

“Böbrekler yavaşladığında diğer organlarda da olumsuzluklar olabiliyor”

Prof. Dr. Rümeyza Kazancıoğlu, böbrek hastalığının sinsi olduğunu belirterek, “Ailenizden birinde böbrek hastalığı yoksa böbrek hastalığının ilk belirtilerini bambaşka hastalıklara yorma ihtimaliniz var. Bunu hatırlatmaya çalışıyoruz. Sağlıklı bir yaşam için sadece böbrekleriniz değil kalbiniz, damarlarınız diğer organlarınız için de sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenmeyi öneriyoruz.” diye konuştu.

Böbreklerin akıl almaz işler yapıyor

Böbreklerin yavaşlamaya başladığı zamanlarda diğer organlarda da olumsuzluklar olabildiğini ifade eden Kazancıoğlu, şunları kaydetti:

“Her bir organın çok önemli görevi var. Birini öne çıkarıp diğerini arkada bırakmak söz konusu değil. Çünkü organlar kendi aralarında konuşuyor. Şeker hastası, hipertansiyon, idrarında sıkıntı olan kişilerin her yıl böbrek testi yaptırması gerek. En önemlisi çocuk yaştaki birtakım idrar enfeksiyonları ve ateşli hastalıkların ciddiye alınması lazım. Bu dönemde bunları tamamen düzeltilmesi mümkün.”

Kazancıoğlu, insanların diyalizi korkutucu olarak gördüğünü ama iyi ki diyalizin olduğunu vurguladı.

Böbreklerin yeteri kadar çalışmasa bile diyalize girerek insanların hayatına normal bir şekilde devam edebildiklerini herhangi bir organda bu seçeneğin olmadığını belirten Kazancıoğlu, “Bizim diyalize giren hastalarımızın yüzde 35’i şeker hastalığından dolayı böbrek yetmezliği olan hastalar.” açıklamasında bulundu.